Tanzanya Gezi Notları-Canan Furgaç

Tanzanya Gezi Notları-Fusun Töret
December 27, 2012
GEÇ KALDIM SANA SEVGİLİ KÜBA-Sevgin Roney
February 8, 2013
Tanzanya Gezi Notları-Fusun Töret
December 27, 2012
GEÇ KALDIM SANA SEVGİLİ KÜBA-Sevgin Roney
February 8, 2013

Tanzanya Gezi Notları-Canan Furgaç

Şu dünyada Afrika diye bir kıta, Tanzanya diye bir ülke var!

İnsanları güleryüzlü ve mutlu, kadınları güzel, erkekleri çelik gibi, çocukları sevimli mi sevimli.

Öyle olağanüstü ki Tanzanya’nın doğası, bunca yıldır belgesel diye izlediklerimiz neredeyse bir kol mesafesinde, burnumuzun dibinde duruyor; koşuyor, avlanıyor, besleniyor, esniyor, göbek açıyor!

İnsan gözleriyle görüyor, buna rağmen inanamayabiliyor.

İnsan insandan kaçıyor, onlar bizden kaçmıyor!

Tanzanya’ya gitmek biraz meşakkatli olsa da, sağ olsun THY artık direk sefer başlatmış, hop diye kalkıp pıt diye mümkün olacak diye düşünüyorum.

Afrika’ya ilk defa giden biri için, havalimanı ve şehir içinde yolculuk az da olsa fikir verebiliyor nerede, nasıl bir yerde olunduğuna dair. Havalimanındaki gümrük memurları bile kendilerine hakim olamayıp her jambo’dan(merhaba) sonra gülümsüyorsa, anlayın ki insan evladının kontrolsüz neşeli olduğu bir yerdesiniz ve en geçerli iletişim yöntemi güleryüz.

Sınır kapısında vize alma işlemleri biraz zaman alabiliyor; oralarda zaman mefhumu bizimkine benzemiyorsa da, parmak izi alma cihazları bile var. Teknoloji sınır tanımıyor.

Tanzanya sınırında, neredeyse idari personele dahil olmuş kabile kadınları oralara ilk kez gelen turistleri şaşkına çeviriyor. Ellerinde yaptıkları incik-boncuk, ahşap heykelcik vs.. karşılığı birer fotoğraf çektirmek için 1-2 dolar civarı bir para veriyorsunuz.

Parayı gören geliyor; bir bakmışsınız çevrenizde bir sürü kadın ve çocuk, hepsi bir şey satmaya çalışıyor. İnsan güleryüzle “assante” (teşekkür ederim) deyip minibüsün penceresini kapatmayı kısa sürede öğreniyor.  

Yeri gelmişken söylemekte fayda var; burada hediyelik eşya dükkanları insanın aklını başından alıyor ama ne yazık ki müthiş pahalı. Acımasızca pazarlık etmeniz gerekiyor; onlar 100 dolar diyorsa siz 20’den açacaksınız, o inecek, siz çıkacaksınız. Genellikle yarı fiyatına alabiliyorsunuz ancak buna rağmen çok pahalı oluyor.

Kenya kahvesi (çok lezzetli) ve Amarula (alkol içerikli meşhur Marula meyvesinin likörü;  nefis!) alacaksanız süpermarketten almak en mantıklısı, çünkü bunlar da bir nevi hediyelik eşya olmuş, her yerde fiyatları farklı.

Alışveriş yapmayı çok sevenlere önerim, yanlarında çok dolarla gitmeleri (vize ücretleri, köye giriş, su, diğer içecekler derken bir bakıyorsunuz 5 kuruş kalmamış. Ayrıca para üstü vermekten pek hoşlanmıyorlar, ısrarla talep etmeniz gerekiyor. )  

Sınırı da geçtikten sonra tüm safarilerin kalkış noktası olan Arusha şehrine doğru yapılacak uzun yolculuk başlıyor. Ağaç; her yer ağaç!  Sepetlerini başlarının üstünde taşıyan rengarenk giysili kadınlar, motorlarına atlamış bir yerden bir yere giden adamlar, pırıl pırıl gözleriyle çocuklar, kulübe büyüklüğünde (hatta daha küçük) tek kişilik derme çatma otelcikler, aynı küçüklükte gece kulüpleri, barlar, atölyeler, bakkallar, dans eder gibi yürüyen insanlar ve yine ağaçlar, ağaçlar, ağaçlar…

Yolda gün batımı… Tipik Afrika resimlerinde gördüklerimiz gerçek; tarifi imkansız bir renk cümbüşü! Karanlıkta kalan düzlüklerin ardında, doğuşu ayrı batışı ayrı güzel güneş, akasya ağaçlarına bambaşka bir hava veriyor.

İnanacaksanız Afrika’da olduğunuza, şimdi tam zamanı!

Arusha’dayız. Karanlık basmış ama çok şirin olduğu aşikar bir lodge’da kalıyoruz o gece. Pırıl karşılıyor bizi, kocaman gülüşüyle.

Çantalar minibüsün tepesinden birer birer indiriliyor. Her seyahatimde olduğu gibi yine ne çok çantam olduğunu düşünüyorum; siz siz olun çok şey götürmeyin, hiç gerek yok. 5 tişört 2 pantolon yeter. Yıkansanız da yıkanmasanız da her gün aynı şekilde toza toprağa bulanıyorsunuz ve hatta bir süre sonra keyif vermeye başlıyor bu durum. Onun yerine, varsa fotoğraf makinesi teşkilatı, laptop vs…, bir de boş çanta götürün yanınızda.

Odamız çok sevimli; cibinlikli yatakta yatmak her çocuk gibi benim de hayalimdi, o da oldu nihayet J

Afrika’daki ilk biramı orada içiyorum, pek güzelmiş: Serengeti. Yanında Sizzling denilen et yemeğiyle çok güzel oluyor.

Oteldeki Afrika işi çok neşeli dans gösterisinden sonra sürünerek yataklarımıza gidiyor, deliksiz bir uyku çekiyor, acaba sinek kovucuyu çıkarsak mı diye akıldan geçirip, dışarıda yemek yerken bile ısırılmadığımızı düşünerek vazgeçiyoruz.

Hiç sinek yok ama belli olmaz!

Sabah jiplerimizi aydınlıkta görüyoruz; kocaman kocaman araçlar, her şey düşünülmüş, çok da rahat. 

Rehber sürücülerimiz o kadar güleryüzlü ki! Gözleri de kartallarınkiyle yarışır ölçüde keskin ama bunu sonra anlıyoruz.

İlk durak Milli Park, diyeceğimi sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. İlk durak süpermarket; acilen bira ve su yüklemesi yapılacak. Jiplerde soğutucular var, tepiyorsunuz yiyeceği-içeceği, yol boyunca soğuk biranız, suyunuz oluyor. Şahane!  Ayrıca ekipmanları şarj etmek için elektrik sistemi de var. Müthiş!

İkinci durak Tarangire Milli Parkı. Burada en sık görülen canlılar filler, zebralar, antiloplar, zürafalar ve öküzbaşlı antiloplar. Ayrıca sayısız termit evi. 

Park girişinde bizi maymunlar karşılıyor. Maymunla ilk kez bu kadar yakınlaşmış biri olarak şu kadarını söyleyebilirim: Enerjisi insan enerjisine o kadar yakın ki şaşırıyorsunuz. O bakışlardan zeka fışkırıyor.

Yiyecek vermek ve dokunmak kesinlikle yasak!

Filler, zebralar, zürafalar ve öküzbaşlı antiloplar gerçekten de sık sık ve çok yakından görülüyor ama yine de inanması çok zor oluyor J

Akşamına, kamp alanındaki ilk çadır konaklamamız. Akşam yemeğinde nefis çorbamız ve daha bir sürü güzel şey var. Öğle yemekleri o kadar itinalı hazırlanmış ki, insan akşam açlık hissetmeyebiliyor.

Çadırlarımız gayet rahat, yanlarındaki pencerelerden içeri ay ışığı doluyor yıldızlar eşliğinde. Harika bir günün harika gecesi!

İkinci gün, meşhur Serengeti Milli Parkındayız. Girişte bizi bekleyen yarım insan boyunda koca bir Marabu Leyleği.

Sanıyorum kadrolu, maaşlı, sigortalı elemanı parkın J  

Düzlüğün içinde araçlar için açılmış yolda kimi zaman tıngır mıngır, kimi zaman tangır tungur ilerlerken, zebra ve öküzbaşlı antilop sürüleri bir yandan otlanıp bir yandan araçlarımıza bakıyor.

Onlar değil şaşkın olan, biziz. 40 yıllık pijamalı eşek nasıl olur da bu kadar yakında olabilir, gerçek mi bu?!

Zebralara ve taylarına ancak inanmışken, çimenlerde keyif yapan dişi aslanlar çıkıyor karşımıza, şaka olsa gerek!

İnsanoğlunun istekleri bitmiyor tabii; erkeklerini de göreceğiz değil mi? Şöyle bir sallasa ya yelelerini.

Burada küçük bir gölet çıkıyor karşımıza, çevresini Akasya ağaçları sarmış, vaha gibi bir yer. İçinde de koca koca taşlar.

Aaaa! Taş değilmiş ki onlar, hippopotammış J

Dönüş yolunda devrilmiş koca bir ağaç, tam ortasında 2 yavru aslan! Yok canım! Sereserpe yatar mı hiç yavru aslan-lar!!

Çılgınca basılan deklanşörlerden gelen sesler, kulaklarındaki kara lekelere bile duyulan hayranlık! …

Hadi güzelim, esnesene bize, göstersene pembiş dilini!

E onu da yaptılar!

10 dakika sonra uzakta bir kayanın üstüne bakıyor herkes; leopar varlığı söylentisi dolaşıyor jipler arasında. Ama gözle görmek mümkün değil, ışık ters. Objektifle gören görüyor, göremeyenler de rastgele basıyor deklanşöre.

Orada leopar, yatıyor. Mavi-yeşil gözleriyle kayanın üstünde keyif yapıyor.

Bu da gerçek değildir herhalde, yok artık!

Ertesi gün yine Serengeti’deyiz. Zürafalar komite kurmuş, şuraya buraya dağılmaya, bize poz vermeye karar vermişler. Onlara uyan antiloplar ve Thomson ceylanları sağda solda ya otluyor, ya yatıyor. O kadar zarif canlılar ki!

İşte bol taşlı bir gölet daha. Merhaba hipo’lar, nasılsınız? J

Uzaktan geçen fil sürüleri masal gibi. Derken, hoop ortalık yerde bir çita yatıyor.

Keyfi yerinde; sağı solu kesiyor, yatıyor kalkıyor. Umurunda değiliz.

Sırtlanlar da var, hepsi keyif ehli. Çamuru buldular mı içindeler.

Öylece, gözümüzün önünde!

Yol ortasından fil sürüsü geçiyor, o da yetmiyor bir zürafa geçip gidiyor salına salına.  Zarafetinden insanın gözünden yaş geliyor.

Kayanın üstünde 2 dişi ve yavru aslan.

O aslanın büyüyünce annesi ya da babası gibi bir şey olacağına inanmak mümkün değil, kulaklarını çekiştirmek istiyorum fotoğrafına baktıkça J

Sırada, Masai kabilesi köylerinden birini ziyaret var. Onlar Zıplayan İnsanlar. Sahiden de çok yükseğe zıplayabiliyorlar, hayret ettim.

Bekar erkekleri dışarıda yatıyor, evli olanlar eşleriyle birlikte evlerinde kalıyor. Erkekler sadece sürüleri güdüyor, bunun dışındaki her işi (ev inşa etmek dahil) kadınlar yapıyor. Çok süslüler, çok güleryüzlü ve rengarenkler.

Yolda bir çita yatmış ortalık yere, dinleniyor sanıyoruz. Oysa yolun karşısında Thomson ceylanı ve öküzbaşlı antilop sürüsü var, onları kestirmiş gözüne.

Avlanan çita izliyoruz, nutkumuz tutuluyor!

Olmaz ki böyle bir şey, belgeselciler günlerce kamp kurmuyor muydu bu sahneler için?!

Sonraki gün Ngorongoro kraterindeyiz, dünyanın Mars yüzeyine en çok benzeyen noktasıymış. Muhteşem bir yer. Etrafı, üstünde bulutların kümelendiği yükseltilerle çevrili, uçsuz bucaksız gibi görünen bir düzlük düşünün. İçinde her canlıyı bulabilirsiniz, burada yaşayan canlılar pek bir yere gitmezmiş. Niçin gitsin, her aradığını bulabildikten sonra!

Güzel bir akşam yemeği ve çadırımızda konaklama.

Gündoğumu akıl kaçırtıcı güzellikte ama burası soğuk bir yer, hatta yaşadığımız en soğuk sabahtı.

Toz-toprak ve mis gibi ağaç kokuları arasında kraterde tangır tungur yol almaya devam ediyoruz. Gergedan uzakta bir yerde duruyor, öküzbaşlı antilopsa biraz ötesinde.

Kısa bir süre gittikten sonra, işte bize erkek aslan! Azametli, keyfi yerinde, uzanmış yatıyor yine ortalık yerde.  Üstelik yalnız değil, hemen arkasında göbeğini açmış evcil kediler gibi yatan dişisi var!

Yine yollardayız; bira, sohbet ve kahkahalar eşliğinde tangır tungur gidiyoruz. Bir kocaman dişi aslancık varmış, sıcaktan bayılmış, gelmiş bizim aracın gölgesine yatmış. Evet, Ngorongoro’da oluyor böyle şeylerJ

Nefis bir göl var Ngorongoro’da, ismi Pguri. Pelikanvari bir kuşla hippolar burada bir arada yaşıyor. Hippoların sesi kahkaha gibi. Üçerli dörderli gruplar halinde takılıyor, bir batıyor bir çıkıyorlar. Cennet gibi bir yer.

Son gece yine Arusha’da, otelimizdeyiz. Gördüklerimize inanmak hala zor. Sabah erkenden kalkıp Nairobi’ye doğru yola çıkıyoruz, gün ağarmış, uyunmuş uyanılmış, araçta kahvaltı edilmiş. Daha kalınsa mıydı, acaba Zanzibar’a da gidilse miydi, ne kadar şanslıydık diye düşünürken, TIR’ların, kamyonların geçtiği anayolun sağ tarafında kalabalık bir zürafa sürüsü bize güle güle pozu veriyor.

İnanılır gibi değil.

İşte böyle bir maceraydı Tanzanya’da safari. Çoğu grubun 5 büyüğü görebilmek için en az 10 günlük rezervasyon yaptırdığı, bizim hepsini 5 günde görebilecek kadar şanslı olduğumuz, hiçbir aksiliğin yaşanmadığı, her günü ayrı neşe, kahkaha, hayret, şaşkınlık ve hayranlıkla geçen, unutulmaz anlarla dolu bir macera.

Bu özel anlar için öncelikle dünyayı küçük, yolları sevilir, hayalleri gerçek kılan Sinan’a ve Pırıl’a, Zeynep’ime ve tüm samimiyetleriyle gönüllerini açan, hiçbir şeyi esirgemeyen yol arkadaşlarıma selam olsun.

Yaşıyor olduğuma dair bir kanıtım oldu yine, var olun. 

Canan Furgaç