Son durak Phuket-Ezgi Eylem Üskül

Malezya-Murat Kocaman
February 6, 2012
TAYLAND’IN MERKEZ IŞIĞI BANGKOK & KUZEY BAHÇESİ CHIANG MAI-Pırıl Yay
March 22, 2012
Malezya-Murat Kocaman
February 6, 2012
TAYLAND’IN MERKEZ IŞIĞI BANGKOK & KUZEY BAHÇESİ CHIANG MAI-Pırıl Yay
March 22, 2012

Son durak Phuket-Ezgi Eylem Üskül

Malezya’da yılbaşı gecesi pasaporttaki hasardan dolayı Hindistan’a geri gönderilme macerasının ardından , Kuala Lumpur’da 3 gün, Langhawi’de 2 gün gecirdikten sonra sonunda korka korka Phuket ucağına bindik. Korka korka diyorum; çünkü pasaportum yenilenmis degil, sadece tamir edilmiş durumda . Ama elimde kapı gibi Malezya Konsolosluğu’nun yazısı var. Hiçbir sorun çıkmadan sağ sağlim Phuket ‘e iniyoruz.

Phuket havaalanı bizim kalacağımız Patong Beach’e  yaklaşık 1 saat mesafede olduğundan, bir minibüs-taksi ile yola koyulduk. Geç saatte varacağımız için ilk gece kalacağımız hosteli önceden ayarlamıştık. Minibüs-taksiler kalacağınız adresi alıp sizi kapıya kadar bırakıyor. İçerde başka başka yerlerde kalanlar da olduğundan biraz dolaşa dolaşa gidiyorsunuz. Ama zaten bu da mini bir şehir turu olduğundan gayet iyi oluyor.

Patong Beach, Phuket adasının en populer kasabalarından biri. Denize paralel caddelerden oluşuyor ama en işlek caddesi deniz kenarı ve onun arkasındaki cadde. Bu caddeleri kesen bir sürü küçük küçük sokak-sokakcıklar var ve bu sokaklarda envayi çeşit sokak yemeği, bar, restaurant ve masaj salonu bulmak mümkün.

Ilk gece önceden ayarladığımız hostele yerleşip, hemen kendimizi sokaklara atıyoruz. Şansımıza bizim hostelin sokağı, gece pazarının sokağıymış. Hemen bizi çağıran enfes kokulara doğru koşturup ilk krebimi yiyorum. Ilk diyorum çünkü Patong’da kaldığımız hergün yemeden duramadığımız bu lezzet vazgeçilmez oluyor. Özellikle ananaslı ve nutellalısı sahane.

Ertesi gün hostelimizin denize biraz uzak olması ve bizim bütçemizi biraz aşmasından dolayı, başka bir hostel bulmak icin kahvaltının ardından yola koyuluyoruz. Sansımız yaver gidiyor. Hemen plajın arka sokağında, bizim kaldığımızın  yarı fiyatına,  artık hemşerimiz kabul ettiğimiz Hintlilerin işlettiği bir hotelde yer buluyoruz. Ardından benim 40 gündür iple çektiğim dalış isteğimi gerçekleştirmek üzere dalış turlarını araştırmaya çıkıyoruz. Dalış yapmak için mutlaka birkaç gün önceden ayarlama yapmak gerekiyor.  Dalınacak yer konusunda seçenek çok ve fiyat aralığı oldukça geniş. Ben Similan adasında dalmak istiyordum ancak oranın günübirlik dalış için uygun olmamasından dolayı başka seçeneklere bakmak zorunda kalıyorum. Alternatiflerden biri Phi Phi adası ki burası daha turistik bir ada, diğeri Koh Racha Noi ve Koh Racha Yai idi. Daha az turistik olan daha el değmemiştir mantığıyla ikinci seçeneğe karar kılıyorum ve 3 dalış için anlaşıyorum. Ertesi gün için herşey hazır. Dalışı ayarladıktan sonra artık denize girme zamanı. Patong plajı kumları yine incecik ve sarı renkli, kalabalık bir plaj. Heryerde akşamdan kalma turistleri gorebilirsiniz. Denizi ahım şahım değil ama 27 derece suyu yine de Tayland’ın nemli havasında ilaç gibi geliyor. Sahilde yine her yerde sokak satıcıları bulmak mumkun. Bunun yanı sıra sıcaktan fenalık gelirse klimalı kapalı alışveriş merkezleri de mevcut.

Güneşi batırdıktan sonra akşam dışarı çıkmak için hazırlanmak üzere hotelimize dönüyoruz. Bir gün onceki minik şehir turunda gözümüze kestirdiğimiz, plajın paralelindeki sokak ilk hedefimiz. Orada bir Yunan lokantası görmüş ve biten rakılarımız yerine Uzo ile memleket hasretini gideririz diye düşünmüştük. Ancak bir şişe uzonun bizim 3 günlük hotel ücretinden pahalı olması bizi aynen Tayland lokantalarına yönlendirdi. İyiki de yönlendirmiş. Malezya’daki nefis deniz mahsullerine epey doyan bünyelerimiz Tayland’da da neye uğradığını şaşırıyor. Tayland mutfağı şimdiye kadar gezdiğimiz ülkeler arasında birinci sırayı alıyor. Bu arada yemek yerken bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor. Ertesi günkü turlarda havanın böyle olmamasını umarak, yemekten sonra Sinan ve Pırıl otele dönüyorlar, netekim ertesi gün için Phi Phi Adası turu ayarladılar. Biz de Muratla dalış için erken kalkmak zorundayız. Ama sokaklardan ayrılmak kolay olmuyor. Zaten yağmur da durdu. Biraz da gece turu yapalım istiyoruz. Deniz kenarına iniyoruz ve ertesi gün yemek üzere kreplerimizi paketletiyoruz. (arada bir tane de götürdük tabii ki  ) Otele dönerken küçük ara sokaklarda biraz kaybolarak, yanlışlıkla Patong’un en renkli sokağı Bangla caddesinin ortasında kendimizi buluyoruz. Burası sağlı sollu barlarla, gece klupleriyle ve kafelerle dolu bir cadde. Gözümüze ertesi gece gitmek üzere birkaç mekan kestirip, yarınki  dalışın heyecanıyla otele doğru yola çıkıyoruz.

 

Sonunda beklenen gün geldi. Dalış yapacağımız şirket bizi otelimizden alıp, 1 saat mesafedeki bütün dalış teknelerinin kalktığı marinaya götürüyor. Burada da her katılımcı kendi  kaldığı otelden alınıyor. Taylandlılar turizm işini çözmüşler. Hizmette sınır yok. Önce, marinada çay-kahve ve kurabiye ikramı yapılan ve bütün dalıcıların işaretlendiği bir kafede beklemeye alınıyoruz. Bizim grubun işareti C harfi. Sonra haydi buyrun gidiyoruz diyorlar. Tekne tekne ayrılmış herkes minik araçlarla teknesine götürülüyor. Bizim teknemiz oldukça büyük ve düzenli bir tekne idi. Bütün ekipmanlar gayet yeni, personel oldukça yardımsever. Tabii işin ucunda bahşiş de var. Bu arada tekneye ilk bindiğimizde yine çay-kahve, meyve ve kahvaltı servisi vardı ve oldukça doyurucuydu. Dalış noktalarımız olan Racha Noi ve Racha Yai birbirine yakın iki adacık. Marinaya ise 1.5-2 saatlik mesafede. Yol boyunca biraz sallana sallana baska birçok adacık manzarası eşliğinde ilk dalış noktamıza varıyoruz. Yolda birlikte dalacak ekip belirlenmiş ve ekipmanlarımız hazırlanmıştı. Ben iki fransız ve benim dalış partnerim olan Finlandiyalı bir çocukla eşleştim. Herkesin dalış tecrübesi eşit seviyede. Bunu bile çok iyi ayarlamışlar, adamlar bu işi iyi biliyorlar. Ve sonunda Andaman Denizi’nin ılık sularına atlama zamanı geldi.  İlk iki dalışı Racha Noi’de diğerini Racha Yai’de yapıyoruz. Arada bir de öğlen yemeği veriliyor ki akıllara zarar. Tayland, Hindistan’da verilen kiloların geri gelmesinin baş kahramanı.  Ben dalarken Murat da berrak sularda snorkel keyfi yapıyor. Benim aşağıda gördüklerimin hemen hemen hepsini o da görüyor.  Dalış işi şans işi aslına bakarsanız. Bir gün önce görünen balıklar ertesi gün olmuyor. Netekim ben de şanssız bir günümdeydim. Hayalini kurduğum manta ve köpekbalıklarını maalesef göremedim. Herhalde  beraber daldığım dalış partnerim Özge yanımda olmadığı içindir.  Ama daha önce hiç görmediğim birkaç balığı da görme şansım oldu. Özellikle inek balığı (Cowfish) çok sevimli bir balıktı. Onun haricinde bir barakuda sürüsü gördüm kendi etrafında dönen, bir de kaplumbağa kayalarda dinlenen,  etkileyiciydi. Tabii bunların haricinde yüzlerce rengarenk balık, mercan türü ile dalışlar başlı başına yeterince doyurucuydu.

 

Günün sonunda 3 dalışı bitirmiş, defterleri imzalatmış ve epey yorulmuş bir şekilde dönüşe geçtik. Otelde birkaç saat uyuklamanın ardında, bütün gün sanki hiçbirşey yememiş gibi akşam yemeğini iple çektik. Bu arada Pırıl ve Sinan’da Phi Phi Adası’ndan dönmüş ve de pek memnun kalmışlardı. Biraz dinlendikten sonra, ertesi gün için James Bond Adası turlarını ayarlamaya gidiyoruz yemek öncesi. Sinanla Pırıl,  ada turuna ilaveten  müslüman balıkçıların köyünün de ziyaret edildiği daha kapsamlı bir turu alırken, biz sadece James Bond turunu alıyoruz. Çünkü ertesi akşam Murat 3. defa Kuala Lumpur’a ucuyor ve oradan da İstanbul’a dönüşe geçiyor. Bu organizasyonu da tamamladıktan sonra hep beraber önünde kuyruk olan Number 6 isimli restorana gidiyoruz. Sofra donatılıyor. Zencefilli biberli balık, chicken satay( bir çeşit tavuk şiş ama şahane bir sosu var ), kızarmış pilav ve noodle eşliğinde enfes bir akşam yemeği yiyoruz. Bu arada kuyruğun sebebini de öğreniyoruz, yemekler şahane ve bir o kadar ucuz. Patong’a gidecekler için mutlaka uğranması gereken bir yer. Yemeğin ardından bir gece önce keşfettiğimiz Bangla caddesine gidiyoruz hep beraber. Bu cadde birçok insanın Phuket’e gelme sebebini çok iyi açıklıyor. Öncelikle buraya gelen insan profilinden bahsetmek istiyorum biraz. Bu profil daha uçaktayken bile anlaşılıyor. Öncelikle bir grup genç delikanlı var ki, bunlar genelde 2-3 kişi ve daha fazlasından oluşuyor. Bağıra çağıra yaptıkları maceraları anlatıp, habire içiyorlar. Etraflarına rahatsızlık veriyorlar. Bence hatırlamak istemeyecekleri bir çok haltı yiyorlar. :) (Bakınız Hangover-Bangkok filmi) Diğer bir grup, bunların kız versiyonu. Yine çok içip, barlardaki dans eden Ladyboylarla dans edip, yerlerde sürünseler de çok eğleniyor görünüyorlar. Bir de yaşını başını almış amcalar var ki, esas onlardan korkmak lazım. Herbirinin elinde birer Asyalı kız ya da Ladyboy (gerçekten anlamak güç, cok guzeller) sanki kırk yıllık eşleriymiş gibi gezip duruyorlar. Iste Bangla caddesi bu tip insan profillerinin olduğu çok eğlenceli bir cadde. Bunların haricinde sürekli ping pong şovlara sokmak isteyen insanlar var. Ping pong şovları bir zahmet internetten araştırırsınız. Ancak sunu söyleyebilirim ki, ucretsiz denilen şovlar içerde bir biranın normal fiyatının 10-20 katı olan yerler. Neredeyse unutuyordum, bir de masaj salonları var. Önünden gectiğinizde bir kız gelip elindeki fiyat listesiyle size dokunuyor ve masazzzzz diyor. Aksanları çok şeker ama bazen çıldırtıcı olabiliyor anlayamadığınız için.

İşte biz de bu insan trafiğinin içinde, biraz da yağmurun şiddetinden dolayı hemen bir yere oturup, gelen geçeni izliyoruz bu barlardan birinde. Sabah erkenden kalkmamız gerekiyor yine ada turları için. Ama bu gece Murat’ın Türkiye’ye dönmeden önceki son gecesi, benimse bir önceki. Yancı ve Hancı’yla yollarımızı ayırıp, kulağımıza gelen canlı müziğin peşinden rock çalan bir bara giriyoruz. Sahnedeki  grup gayet başarılı. Burada kulağımızın pasını sildikten sonra kaç gündür hayalimiz olan, masaj salonlarından birine gitmeye karar veriyoruz. Bu salonlarda sadece insanlar masaj yapmıyor. İsteyene balık masajı da var.  Kaldığımız hotelin yakınlarında fazla sırnaşık kızların olmadığı, temiz gözüken bir salona biraz pazarlıkla giriyoruz. Ben ayak masajı, Murat ise baş ve boyun masajı yaptırıyor. Yarım saatlık  bu masaj, gündüz üstüste üç dalış yapmış bendeniz için ilaç gibi geliyor. Bu masajın üstüne bütün seyahat seruveninin en rahat uykusunu uyudum diyebilirim.

 

Ertesi sabah, yine otelden alınma, turların kalktığı marinaya gitme, etiketlenme fasıllarından sonra, James Bond Adası harici 3 adanın da ziyaret edileceği tur başlıyor. Tekne oldukça kalabalık. Her milletten insan var. Bond Adasına içinde bulunduğumuz büyük tekneyle yanaşılmadığından, yerel uzun burunlu teknelerle adaya yanaşıyoruz. Bu ada James Bond adını  1974 yılında James Bond serisinin “The Man with the Golden Gun” isimli filmi burada çekildiği için almış. Asıl adı Koh Tapu olan bu adanın anlamı yengeç gözü demekmiş. Adaya adım atar atmaz etraftaki yerel satıcılar birşeyler satmaya çalışıyor. Ayrıca adanın içinde irili ufaklı mağaralar da mevcut. Bu arada 45 gündür yollarda olan ve hiç Türklerle karşılaşmayan bendeniz, bir tekne dolusu bir tarım firmasının bayii gezisiyle karşılaşmış bulunuyorum. Bu Tayyip bıyıklı adamları neden Phuket’e getirmişler acaba?  Bond adası misyonumuzu tamamladıktan, kano yaptığımız iki ada ve yüzme molası verilen başka bir ada daha gezildikten sonra dönüşe geçiyoruz. Ama  söyledikleri saatten geç bitiyor tur. Murat’ın Kuala Lumpur uçağına yetişmesi gerekiyor. Bir gün önce hoteldeki görevliye bizim için bir minibus-taksi ayarlamasını söylemiştik. Hotele geldiğimizde ayarlamadığını öğreniyoruz. Gerçi zaten ayarsa da geç kalmıştık ya neyse. Apar topar, tuk tuk mu taksi mi derken, sonunda biraz pazarlıkla bir taksi tutup sonunda Murat’ı yetiştiriyoruz.

 

Yine kaldık eski üçlü başbaşa. Ama bu sefer benim için de başka. Çünkü benim bu gece son gecem 45 günün ardından. Biraz tek başına dolaşıyorum. Beni kendine aşık eden Tayland mutfağının baharatlarından, soslarından alıyorum. Biraz hediyelik eşyalara bakıyorum. Dolaşıyorum, dolaşıyorum. Son gecemde 45 günün nasıl geçtiğini düşünüyorum. Sonra tesadüfen Sinan ve Pırıl’la karşılaşıyorum. Onlar da ertesi gün erkenden Koh Samui’ye hareket ediyorlar, biletlerini almışlar. Beraber hotele dönüyoruz.

Dönüşe geçiş;

Sabahın 6.30’unda Sinan ile Pırıl’ın toparlanma sesleriyle uyandım. Artık veda etme vakti gelmişti. Onlar yola devam ediyor bense eve dönüyordum. Sarıldık, öpüştük, arkalarından su döktüm ve Nisan ayında görüşmek üzere vedalaştık.

Ne gariptir ki ilk defa yalnız kalmıştım. Dünyayı tek başına gezen birkaç tanıdığım olmuştu daha önce. Benimse hiç böyle bir deneyimim olmamıştı bir haftadan fazla. Ama yola beraber çıkmak daha keyifli geldi bana. Gördüklerini, yaşadıklarını, yiyip içtiklerini birileriyle paylaşmanın tadını fazlasıyla aldım. Bu garip yalnızlık hissiyatı ve günlerdir erkenden kalkmanın üzerine biraz daha uyuyup kendimi şımarttım. Uyandıktan sonra sadece 2 saatim vardı dönüşe geçmek için. Hızlı bir kahvaltının ardından kendimi denizde buldum. Tarih 10 Ocak 2012 idi. Hava 30 dereceydi.  Türkiye’de kar vardı ve ben yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm…

Havaalanına gidecek araç 14.00 de gelecekti. Hemşerimiz Hintli hotelci, normalde 12.00 olan çıkış saatini 14.00 yaparak hemşerililiğini gösterdi. Ben de sallana sallana hazırlığımı yaptım. Kapı çaldı ve aracın geldiğini söylediler. Saat 13.00’tü. Kafamda havlu ve yerleştirilmemiş hediyelik eşyalarla apar topar herşeyi tıkıştırıp, araca bindim. Yine otel otel dolaşıp insanları alarak  havalanına vardık. Önce Bangkok’a, oradan da direk İstanbul’a uçacaktım. Bangkok’taki beş saat beklemenin ardından  saat 23.05’te uçak kalktı. Sonunda gerçekten dönüşte olduğumu idrak etmeye başladım, netekim benden başka Türkçe konuşan insanlar vardı. Uçakta Türk yemekleri ve hatta türk kahvesi vardı. Sri Lanka, Hindistan, Malezya ve ardından son durağım olan Tayland seyahati sonunda bitmişti. İlk gün, dün gibi aklımdaydı.

Yol boyunca neler yapmıştım, neler yaşamıştım hiç düşünmek istemedim. Belki de bitmesini istememiştim. Ne de olsa bunları düşünecek çok zaman olacaktı önümde. Bütün gece gayet güzel uyudum, huzurluydum, mutluydum. 11 saatin ardından İstanbul yanık tenime sağlam bir tokat attı ve beni uyandırdı. Tarih 11 Ocak 2012 idi. Hava 3 dereceydi ve ben üşüdüm, üşüdüm, üşüdüm…

İşte gelmiştim ya da gelebilmiş miydim? Bu yolculuk bana neler kazandırmıştı? Tehlikeli bir biçimde tekrar gitme isteğine engel olabilecek miyim ya da olmalı mıyım? Daha bir çok soru ve cevap.

En güzeli hiçbirini düşünmemek şimdiden, en güzeli bu yolu yapmış olmak. Yollarda olmak, sevdiklerinle paylaşmak, özlemek, özlenmek, dönüşe geçmek, en güzeli herşeyin üstesinden gelmek…

Görüşmek üzere…

1.Yolcu Ezgi