Son durak Phuket-Ezgi Eylem Üskül
February 9, 2012Tayland-Sinan Aydın
April 5, 2012TAYLAND’IN MERKEZ IŞIĞI BANGKOK & KUZEY BAHÇESİ CHIANG MAI-Pırıl Yay
Tayland’a Malezya’dan geçip Phuket ve Samui adalarında tatil yaptıktan sonra başkent Bangkok otobüsüne bindiğimizde biraz heyecanlı biraz da sabırsızdım. Ne de olsa büyük şehir insanıydım ve Kuala Lumpur’dan beri o ada senin bu ada benim tatil modundaydık. Seyyahhane’den Tatilhane’ye dönüşmüştük adeta. Tekrar şehirlere ayak basıp, tabanlarımız şişene kadar gezme vaktimiz gelmişti. Bangkok’a dair beklentim; hızlı, tempolu, kaotik, renkli, çok çeşitli, gürültülü, eğlenceli bir şehrin beni sarıp sarmalayacağı idi. Tabii bir de kaçınılmaz olarak aklıma Hangover 2 komedi filminden Bangkok sokakları kareleri geliyordu
13 Ocak Cuma (uğursuz Cuma?) sabaha karşı 5 gibi Bangkok Güney Otobüs terminaline indiğimizde sıcakça bir hava ve arsız taksicilerle karşılaştık; önceden yaklaşık fiyatları bildiğimiz için, söyledikleri rakamları pas geçerek direkt terminal dışından yarı fiyatına bulduğumuz bir taksi ile hostelimize gittik. Tuttuğumuz hostel ‘sırtçantalılar cenneti’ olan Khao San caddesinin bir üst sokağındaydı. Banglamphu semtindeki bu cadde şehrin eski şehir diye tabir ediilebilebilecek önemli saray, tapınak ve müzelerin olduğu bölgeye de yürüme mesafesindeydi.
Yaklaşık 8 milyonluk Bangkok şehiri, Chao Phraya nehrinin hemen doğu yakasındaki eski şehir ve daha doğuda tren yolunun öbür tarafında kalan yeni şehir olarak iki kısımda düşünülebilir. Eski şehirde Banglamphu, Saraylar bölgesi olan Ratanoksin ve Çin mahallesi ana semtlerken; yeni şehirde de Siam Meydanı ve Sukhumvit caddeleri gökdelenlerin, iş merkezlerinin ve ticaretin olduğu semtler ve Silom bölgesi de finansın kalbinin attığı yerler. Şimdi hepsi aklımda yerli yerinde oturuyor, ama şehire ilk geldiğinizde, elinizde harita ve Tayland alfabesi ile hepsi karışık gelebilir.
Neyse biz çantaları otele atıp hızlı bir kahvaltı ettikten sonra, (kahvaltıyı biz ettik ama, henüz kargalar etmemişti!) şehrin bayağı doğusunda, uzak bir semtte olan Laos konsolosluğunun yolunu tuttuk. Niyetimiz buradan Laos vizesini almak, Laos’tan da Vietnam vizesini alabilmek. Vietnam özellikle çok sorunlu olduğu için, Laos üzerinden alabilmeyi deneyeceğiz, Tayland veya Kamboçya’dan Türklere Vietnam vizesi verilmediğini takip ettiğimiz tüm forumlardan okuduk. Laos ise eskiden direkt sınır kapısından vize verirken artık Türklere (ve Afganistan, Irak vb. 20 kadar ülkeye) sınırlarda vize vermediği için Bangkok’taki Laos konsolosluğundan almayı planlamıştık. Allahtan, planladığımız gibi oldu, yaklaşık 52 dolara yarım saat içinde ekspres Laos vizelerimizi aldık, ve bunun sevinci ile biranda enerji dolarak, otele dönmekten vazgeçtik. Nasılsa çantaları lobiye bırakmıştık, Laos vizemizi de almış kuşlar kadar özgürken, akşama kadar eski şehirde dolanmaya karar verdik.
İlk durağımız Tren Garının karşısında, Çin mahallesinin girişinde yeralan Wat Traimit (Altın Buda Tapınağı) idi. Bu Buda, 3 metre boyu ve 5,5 ton ağırlığı ile, dünyanın en büyük altın heykeli. 13. Yüzyılda eski başkent Ayutthaya’da yapıldığı düşünülen heykel, Burma işgallerinden korunmak için alçıyla kaplanmış. 1950lerde Bangkok’taki yer değişikliğinde tesadüfen bir kısım alçı kırılınca altından Altın çıkmış!
Her gören turistin ‘Şunun bir parmağının ucunu bile alsak, bize yeter!’ geyiklerine konu olan heykeli selamlayıp, yolumuza Çin Mahhallesinden devam ettik. Bu caddeye girince gerçekten ‘Acaba Çin’e mi geldik?’ duygusuna kapılıyorsunuz. Bu arada öğlen olmuş ve acıkmıştık, ama sokakta satılanlar pek öyle Çin Mutfağının yenilebilir taraflarından değildi.
Yürürken insanlara çarpa çarpa, daralarak çıktığımız Çin sokaklarından kendimizi Chakraphet caddesinden nehre doğru inen Hint Mahallesine attık. Renkli sentetik kumaşlar, plastik ucuz görünümlü incik boncuk tezgahlarında birden eski evimize gelmiş gibi olduk. Bir de karşımıza bir Sih tapınağı çıkmaz mı! Hemen türbanlı güzel abilerin arasından mini Altın Tapınağa girdik. Tabii ki Amritsar’daki asıl Sih tapınağının kopyası bile olamayacak basitlikteydi. Ama yine de Çin Mahallesinden sonra Sihleri görmek çok iyi geldi. Bu arada Hindistan’dan ayrılalı 3 hafta olmasına rağmen, birçok gördüğüm yeri, elimde olmadan Hindistan’la karşılaştırıyorum. Ve sonunda, şimdi bulunduğum An’dan memnun olmakla birlikte Hindistan’ı her hatırladığımda tarifi zor, değişik duygulara kapılıyorum: biraz özlem, biraz acı, biraz sevgi, biraz merhamet, biraz huzur…
Neyse, tekrar Hindistan’a dalmadan Bangkok’un şehir ışıklarına döneyim. Ve Hint Mahallesinden indiğimiz Chao Praya nehri boyunca yürüyerek, çiçek pazarının da içinden geçip, Rattsnakosin bölgesine varıyoruz. Burada ilk olarak Wat Pho’ya gittik. Bu budist tapınağını meşhur kılan ise devasa boyuttaki Yatan (Reclining) Buda heykeli.
Aynı caddede devam edince Büyük Saray ve Zümrüt Buda’ya evsahipliği yapan Wat Phra Kaeo da görülesi yerlerden. Bunlardan sonra nehire paralel biraz kuzeye doğru yürüyünce Asya’nın en büyük müzelerinden olan Bangkok Ulusal Müzesine varıyorsunuz. Tayland tarihini öğrenmek için doğru bir nokta. Eski başkent Ayutthaya ve oradaki kalıntılarla ilgili o kadar çok şeyi bu müzede gördük ki, ayrıca bir günlük Ayutthaya şehri turu almaktan vazgeçtik.
Bu bölgedeki diğer görülmesi gereken yerler: Nehrin karşı kıyısındaki Kimer stili kulesi ile Wat Arun
Yazlık Saray; Wat Saket ve Altın Tepe; Dev Salıncak; Demokrasi Meydanı, vb. gibi. Aslında girmek istediğiniz detaya bağlı olarak sadece bu eski şehir bölgesinde bile 3-4 gün gezilebilir. Ama biz o akşam, önceki gece otobüsü yorgunluğu ile, çok da uzatmadan otele döndük.
Tabii gecesiyle ve gündüzüyle Khao San Caddesini anlatmadan Bangkok anlatılmış sayılmaz. Yüzlerce otel, pansiyon, tur acentası, bar, restoran, masajcı ve seyyar tezgaha evsahipliği yapan caddede herhalde her milletten insana aynı anda rastlamak, her dili duymak mümkün olur. Tam bir ses ve renk cümbüşü. İlk gece yürürken biz de tanıdık yüzlere rastladık; Khajuraho-Varanasi treninde aynı kompartmanda kaldığımız Uruguay’lı çift biz arada Malezya ve Güney Tayland’ı yaparken Hindistan’dan kuzeye Nepal’e geçip, oraları gezmişler ve aynı gün aynı anda Khao San caddesinde karşılaştık. Ayaküstü sohbette Nepal’de birebir Sinan’ın önerdiği rotayı izleyip memnun kaldıklarını öğreniyoruz. Bangkok’dan Phuket’e geçecekleri için, oraya dair de ipuçlarımızı paylaşıp vedalaşıyoruz.
Şehrin içinde bir Şehir, Khao San’da: … Phuket ve Samui’de pas geçtiğimiz masajcılara burada daha fazla dayanamayıp teslim oluyoruz. İlk gün yağlı vücut masajından çok çok memnun kalmasam da, ikinci günkü Tai Ayak masajı gerçekten bulutların üzerinde yürütüyor… Her iki metrede bir canlı müzik değişiyor, ama genelde gitarla klasik rock çalıyorlar, Tai şivesi ile Hotel California vazgeçilmez… Pad Thai denilen erişteli karışık çeşnili noodle’lar seyyar tezgahlarda 1 dakika içinde yapılıyor, hazır hazlanmış makarnası ateşe atılıyor, yumurtası kırılıyor, türlü çeşit sebze, tavuk, balık, et, deniz ürünü, acılı tatlılı soslar ekleniyor, hooop 2 dakikada 1 tabak dolusu Pad Thai 3 TL’ye hazır… Her renk, cins cins tropik meyvelerden taze taze sıkılan meyve suları… Türlü çeşitli krepler (nutella ve muzlusu favorim!)… Döner… Falafel… Böcekçi… Rengarenk t-shirtler, şortlar… Her nevi markadan çakma saat, cüzdan, deri çantalar… Dövmeciler (hatırlayanlar için Hangover 2 J )… 10 metrede bir önünüze çıkan 7/Eleven marketleri (Bir Tayland Klasiği) Taksiler, tuktukçular… Her yere her türlü turu satmaya çalışan aracılar… Ve dediğim gibi her milletten, her ayıklık (!) seviyesinden gezginler, turistler…
Bangkok’ta 2. ve 4. günlerimizde daha çok yeni şehirde Siam Center tarafına gidiyoruz. Burası şehrin merkezinde hepsi yanyana birçok alışveriş merkezinin bulunduğu meydan. Aynı zamanda SkyTrain (havaya kurulu raylarda giden metro) için de merkez istasyon. Biz de artık şehri iyice öğrenince Khao San’dan yukarı kanala yürüyüp oradan dolmuş teknelere binerek kanaldan buraya geldik, böylelikle yoğun Bangkok trafiğinden de kurtulduk.
Burada yanyana 3 büyük alışveriş merkezi Siam Discovery, Siam Center ve Siam Paragon gerçekten şık ve tüm markaları bulabileceğiniz, hepsi içinden havaya inşa edilmiş koridorları ile SkyTrain’e de bağlanan yerler. Yolun karşı çarprazındaki MBK Alışveriş Merkezi ise biraz daha halk ve genç işi gibi. Ama özellikle ünlü markaların sahte taklit ürünlerini sattığı ve de hediyelik eşya vb. anlamında 100lerce tezgahı olduğu için bizim gibi turistlerin de favorisi. Yine Rama I caddesi boyunca doğuya doğru gidince hemen yanlarında Central World Alışveriş Merkezi ve onun arkasında da Fashion Mall var. Bu bölge, AVM zenginliğinde kesinlikle Kuala Lumpur’u aratmıyor. Daha gerilerde nehir kenarında kalan Pantip Plaza ise 5-6 katlı dev bir elektronik çarşısı. İçinde son teknoloji herşeyi uygun fiyata bulabileceğiniz bir yer. Bangkok, her anlamda Güneydeki tatil bölgeleri Phuket ve Samui’ye göre de daha ucuz. Ben de bu Bangkok alışveriş günlerinde hem ayağımdaki Merrell yürüyüş ayakkabılarımı aynıları ile yeniliyorum; hem de Canon bir fotoğraf makinasını Türkiye’dekinin %40 fiyatına alıyorum
Bangkok’ta Pazar günümüz için özel bir tur alıyoruz. 10larca farklı program ve seçenek içinden, benim önceden okuyup gitmek istediklerime uyan bir programı seçiyoruz. İçinde başlıca 3 yer barındırıyor bu tur: Yüzen Pazar, Kanchanaburi’de Kwai köprüsü ve 2. Dünya Savaşı Müzesi, ve de son olarak Kaplan Parkı! Sabah ilk durak olan yüzen Pazar gerçekten tam fotoğraflık bir yer. Nehir üzerinde küçük kayıklarında HER şeyi satan Taylandlılar, kıyıdaki tezgahlar, ve aralarda bizim gibi gezenlerle tam bir renk ve doku cümbüşü.
Sonraki durak gruptaki pek kimsenin ilgisini çekmiyor gibi, ama benim aklımda filmden karelerle Kwai köprüsü, iyi ki gelmişim dedirtiyor. Oldukça minik ama güzel kurgulanmış Savaş Müzesi ise; milletleri, kavgaları, politikayı, parayı, insanları düşündürüyor…
Öğleden sonra vardığımız Kaplan Tapınağı’nın giriş ücreti günlük turun parasından fazla. Bir an tereddüt ediyoruz; hele bir de benim kedi fobimi düşününce acaba boşuna mı giriyoruz diye duraklıyoruz. Ama bir cesaretle ilerliyorum, buraya kadar gelip de girmemek olmaz; hem sözüm var, Özlem için kaplanları okşayacağım. İlk girişte biraz pis kokusu ve geniş boş toz toprak arazisi, nerdeyiz duygusu yaratsa da, yaklaşık 2 saat sonunda hayatımızın en hatırlanacak deneyimlerinden birini yaşamış olarak ayrılıyoruz Kaplan Tapınağından. Belki fotoğraflar anlatabilir biraz…
4 günün sonunda Bangkok bana “yaa burada insan, 1 ay kalsa, kalır” gibi hissettiriyor. Şubat’ta nasılsa Bali’ye uçmak için Kamboçya sonrası tekrar buraya geleceğimiz için vedalaşmadan ayrılıyorum Bangkok’tan. Sevdim bu şehri gerçekten. Sanki zaten bir kere Bangkok’a giren bir daha tam ayrılamaz bu şehirden. Uğrayan herkesin birparçacık canını alıp, kendisi çok çok can’lanan bir şehir…
Yine bir gece otobüsü ile kuzeye, Tayland’ın bir nevi Karadeniz’i olan trekking bölgesi Chiang Mai’ye çıktık. Bu otobüste de, havanın sıcak olmamasına rağmen klimaların çılgınca açıldığını görünce, demek ki dedim sadece Hintli kardeşlerim değilmiş, klima sapkınlığı olan. Zor da olsa 10 saatlik soğuk yolculuğu bitirip Chiang Mai’ye vardık. Burası, Tayland’ın sadece daha ılıman (Güney kadar rutubetli ve sıcak değil) yeşillikli, doğası güzel şehri değil; aynı zamanda etnik ve kültürel zenginlik noktası. Eski şehir denilen bölge yaklaşık 700 yıllık surlarla çevrili dar sokaklarında aylakça gezinip, kafa dinleyebileceğiniz, temiz, düzenli, şirin bir yer. Bu surlar o zamanlar Burma işgalcilerine karşı yapılmış. Halen duvarların kimi kısımları ve de şehrin birçok kapısı ayakta duruyor. Eski Şehrin doğu surlarına paralel uzanan Moon Muang caddesi ve onu dikine kesen Rathchawiti ve Ratchadamnoen caddeleri birçok aksiyonun döndüğü yerlerdi. Biz de Moon Muang caddesini kesen 7. Sokaktaki pansiyon ve hostelleri hızlıca dolaşıp, boş yer olan uygun fiyatlı birine girişimizi yaparak, gece otobüsünü unutmak için birkaç saat dinlendik. Uyanınca elimizde bir şehir haritası eski şehirin sevimli sokaklarına daldık. Güzel güneşli bir gün, yeşil bahçeli avlular, alçak şirin binalar arasında Chiang Mai sokakları Bangkok’tan sonra inanılmaz dingin ve huzurlu geldi. Adeta 5. Vitesten 2. Vitese inmiştik. Budist tapınakları anlamında da öncü olan bu şehircikte, neredeyse 1 sokağa 2 tapınak düşüyor.
Biz de en önemlileri olan Wat Pha Singh, Wat Chedi Luang, Wat Pa Khao, Wat Chiang Man, Wat Dwung Dee’yi gezdikten sonra Bangkok’takinin mini bir versiyonu olan Chiang Mai Pantip Plaza’ya da uğradık. Tabii oraya gitmek için, eski şehirden çıkıp doğuya daha yeni şehire yöneldik. Burası da nehirli bir şehir, Eski şehrin doğusunda kuzey güney yönünde akan Ping nehri şehiri ikiye ayırıyor, üzerinde küçük sevimli köprülerle de yakalar birleşiyor. Yaklaşık 4-5 saatte tüm şehri yürüyerek gezmiştik. Ertesi gün için turumuzu da ayarladıktan sonra, Chiang Mai’nin en önemli çekim noktalarından olan “Gece Pazarı”na girdik. Burası akşam 6-7den sonra kurulan, bu bölgelerin en büyük pazarlarından. Tarihi, eskiden Burma – Çin ticaret yolu üzerinde kurulan pazara dayanıyor. Günümüzde ise ağırlıklı turistik eşyalar (giysi, takı, hediyelik) ve yeme içme ağırlıklı.
Yine ucuza çok lezzetli Tai yemekleri ile karnımızı doyuruyoruz. Hindistan’dan sonra Tayland’da da, sanki ülkenin asıl kültürünün, renklerinin, tatlarının Kuzeye çıktıkça ortaya çıktığı duygusuna kapılıyorum. Ve bu duygu ile pek de gezmediğim Karadeniz’i daha da merak ediyorum. Kesinlikle dönüşte, Karadeniz’e derin zaman ayırmalıyım…
Chiang Mai’deki 2. günümüzde yine karışık kombinasyon bir tura katılıyoruz, öncesinde Orkide bahçeleri,
Kelebek çiftliği, muhtelif köyler, mağaralı bir budist tapınağı gezdiğimiz turun asıl cazibesi en sona saklanmış: uzun boyunlu Karen kabilesi ziyareti. Burası, Chiang Mai’yi rotaya koymamın başlıca sebeplerinden; Myanmar’dan (Burma) göçmüş bu kabile Tayland’da biraz uzaylı muamelesi görmüş. Sebebi, kabiledeki kadınların (özellikle dolunay zamanı doğmuş olanlar) boyunlara (ayrıca diz ve kol eklem yerlerine de) üstüste metal halkalar takarak, adeta boyunluk takmış gibi upuzun bir boyna sahip olmaları. Bu geleneğin aslında kaplan saldırılarından korunmak için başladığı söyleniyor. Kaplanlar kadınların boyunları ve bacak, kol eklemlerine saldırıp ısırdığı için böyle bir savunma sistemi gibi başlayıp, sonra da estetik, güzellik göstergesi olarak devam etmiş. Ama boyun için çok zararlı tabii. Hatta yaşlanmış, uzun yıllardan beri takanlar, hiç boyun kaslarını kullanmadıklarından, bu halkaları çıkarırlarsa ölüm tehlikesi bile olabilirmiş.
Burada da deklanşöre çokça basıp, unutulmaz kareler yakalıyoruz. Şu anki halleri fazla turistik görünüp, (adeta insan hayvanat bahçesi!) içimi burksa da, Karen köyünü ziyaret edip, ufak tefek hatıralık eşyalar alarak, onlara biraz katkı sağlamış olduğumuza seviniyorum.
Chiang Mai dışında, Kuzey Taylanda’da gidebileceğimiz Pai, Chiang Rai gibi şehirlerde biraz aklım kalsa da, ertesi gün Tayland’a veda etme zamanı geliyor. Asya’daki 5. Ülkemiz olacak Laos’un eski Fransız kolonisi romantik şehiri Luang Prabang uçağına giderken, cebimizdeki Tayland Baht’larımızı bitirmeye çalışmıyoruz, nasılsa, tekrar bu güzel, gülümseyen ülkeye geleceğiz. ‘Görüşmek üzere’ diyerek, Tayland’dan ayrılıyoruz…
Bir dahaki yazıda buluşana kadar sevgiyle,
PIRIL