EVEREST YOLCULUĞU!-Bünyamin Şahin

Gözyaşları ve Utanç: PHNOM PENH-Pırıl Yay
April 15, 2012
MASAL ÜLKESİ BHUTAN-Aylin Topakoğlu
May 9, 2012
Gözyaşları ve Utanç: PHNOM PENH-Pırıl Yay
April 15, 2012
MASAL ÜLKESİ BHUTAN-Aylin Topakoğlu
May 9, 2012

EVEREST YOLCULUĞU!-Bünyamin Şahin

Sağ elimdeki, Tülin’in Lukla’dan beri bana emanet ettiği, mantar saplı batonu biraz daha sıkmaya çalıştım. Batonun parmak girinti ve çıkıntılarını, üst kısmındaki baş parmak desteği dahil her noktasını parmaklarımla ve elimin ayasıyla iyice hissettim. Sonra bir kere yürüyüş sırasının bulunduğum yerine doğru yaklaşan Sinan’a baktım, bir de içine decathlondan aldığım siyah orta kalınlıkta polar eldiven ve üzerine windstopper’dan yapılmış kalın kırmızı eldiven giydiğim sol elime.

Everest Base Camp yürüyüşüne, ilk gün Lukla havaalanına yaptığımız sert ama bize göre eğlenceli bir inişle başladık. Oysa uçağımızdaki hostes ne acil çıkışları gösterdi ne de sakladığı paraşütlerin yerini işaret etti. Sadece kulaklarımız için pamuk dağıttı. Takvim mart’ın dokuzunu, hava baharı, yükseklik 2843 metreyi gösteriyor ve ben on beş kişi ile birlikte daha şimdiden bu parkurun çok eğlenceli olacağına gönülden inanıyordum. İlk gün daha düşük irtifadaki Phakding hedefli yürüyüşe, coğrafyaya alışma ve yüksek irtifa etkisi damgasını vurdu. Hele akşam yataklarımızın üzerine serdiğimiz kaz tüyü (-20C0) uyku tulumlarımızın içinin, hiç tatmadığımız kadar vanilyalı dondurma tadında soğuk olduğunu öğrenmemiz hepimize on günlük rota boyunca uygulayacağımız kişisel ısınma yöntemleri bulmaya zorladı. Bir bardak sıcak suya veya su’dan bir derece daha koyu renkli sıcak suya “black tea” diye ömrümüz boyunca ödemediğimiz paraları bu rotada ödemek bize önceleri biraz koydu ama sonraları çok aşina geldi.

İkinci gün programda, Dod Koshi nehrinden, 3450 metrede doğal bir çanağın içine kurulmuş bir kasabaya ulaştıran, Nirvana’ya ulaşma yolunun ilk noktasına çıkan, dağcıların buluşma yerine giden, efsanevi Namchee Bazar yokuşu vardı. Rotanın en zorlu sınavı için bize en kazık sorular hazırlanmıştı. Daha önce 5-6 saat sürecek istihbaratını aldığımız bu yokuşun ne kadar sürdüğünü ben hatırlayamıyorum. İlk birkaç kilometreyi bilinçli çıktığımı biliyorum. Fakat yarıdan sonraki kısımda beni ani irtifa kazancı ve akşam düşen ani sıcaklık çok etkiledi. Namchee’ye varmamda Murat ve yerel rehberimiz Raj’ın desteği büyüktür. Bununla beraber beklenen vücut reaksiyonlarıma bu kadar erken tanık olmamın bana avantaj sağladığına inanıyorum. Bu noktadan sonra yürüyebildiğim tüm parkuru çok ağır tempoyla yürüyerek ve rehberimiz Sinan’ın tüm tavsiyelerine harfiyen uymaya çalışarak tecrübe ettim. Bu süre zarfında da diğer yol arkadaşlarımda zaman zaman gözlenen basit ama rahatsızlık veren, mide bulantısı, baş dönmesi, sersemlik, halsizlik, çok yüksek nabız, bulanık görme, uykusuzluk rahatsızlıklardan bazılarını kendimde gözledim ama hiçbirisi günlük programı uygulamama engel olacak derecede beni etkilemedi.

Namchee Bazar ve Dingboche’de geçirilen aklimitizasyon günlerinin tüm katılımcılara hem performans yönünden hem de sağlıklarını geriye kazanma bakımından benzersiz destek sağladığına inanıyorum. Vücudun yüksek irtifaya alışma süreci her kişiye özel benzersiz bir süreç. Aynı rahatsızlıkları hissetmelerine rağmen bazı arkadaşlarımızın diğerlerine göre hiç etkilenmemiş gibi yürüyüşlerine devam edebilmeleri belki psikolojik olumluluktan belki de her şeye rağmen ulaşmaları gereken hedefe çok yoğun konsantre olabilmelerindendir. Bir de parkur boyunca içeriğini çok iyi bilmediğiniz bir şeyi vücudunuza göndermekten imtina etmek, bir sonraki gün tanımadığınız bir hisle güne uyanmanıza engel olacaktır. Bu bazen bir kuru incir, bazen de yemeğin üzerindeki bir sos veya ömrünüzde ilk defa aldığınız bir vitamin tableti olabiliyor.

Yol boyunca siz irtifa alırken geri dönenlerle konuşmak moralinizi düzeltebiliyor veya motivasyonunuzun biraz daha artmasına yardımcı olabiliyor. Selam verdiğiniz bir yabancının base camp’a ulaşamadan döndüğüne tanık olmanız veya ulaşıp ta o ortamdan “inanılmaz rüzgarlı, keskin yakan soğuk” ifadeleri size “Hah! Tamam işte, orası” diye düşünmenize, orayı özlemenize yardımcı oluyor.

Bu coğrafyada her adım başında en çok, inanılmaz büyük hacimli yükleri taşıyan yerel hamallarla, üzerine sanskritçe “om mani padme hum” yazılmış dua taşlarınla ve durmak bilmeden dik ve sarp yamaçlara, yerleşim yerlerine yüklerimizi taşıyan yak’larla karşılaşıyoruz. Ama göremediğimiz hatta karşılaşmamızın imkansız olduğu tek şey ise, birbirlerine yüksek sesle hitap eden insanlar, yani tartışan insanlar.

Parkurun büyük bir bölümü ise 6623 metrelik Tamserku’nun gölgesinden, 6856 metrelik muhteşem Ama dablam’ın huzuruna uzanan dar ve dik patikalarda, yüksekliği elli metrenin üzerinde ve uzunlukları yer yer yüz metreyi bulan rengarenk dua bayraklarıyla süslenmiş çelik tel asma köprülerde geçildi. Şansımıza bir de mart ayında uzun yıllardan beri yağmayan kar, rotamızın yarısından sonra bize eşlik etmeye başladı. Yağan kar soğuktan lapa bile olamadı, toz şeklinde patikalarımızı kapladı hep.

Bu sabah diğer sabahlardan farklı olarak, akşamdan aldığımız karar gereğince yola yarım saat kadar erken çıkacağız. Hazırlanmış olanlarımız hemen, bir tepenin alt yamacında diyebileceğimiz otelin dışına çıkıyorlar ve burada beklemek yerine Lobuche köyünün alt sınırı diyebileceğimiz son evin yanında toplanıyorlar. Donanım ve kıyafet olarak kendimizi ve arkadaşlarımızı kontrol ediyoruz. Toplu fotoğraflar çektiriyoruz. Heyecanlıyız, çünkü bugün öğleden sonra, aylardır, buzullarını çıplak gözlerimizle görmeyi, kayalarına ellerimizle dokunmayı, soğuğunu içimizde hissetmeyi, rüzgarını yüzümüzde duymayı hayal ettiğimiz, dünya dağcılarının telaffuz ederlerken içlerinin coşkuyla dolduğu dünyanın tacının gölgesindeki o noktaya ayak basacağız.

Grup hazır olunca doğal bir dağ girintisinin içine kurulmuş yirmi kadar ev ve otelden ibaret olan, yaklaşık otuz dönümlük bir alana yayılmış Lobuche’yi ardımızda bırakıp, rotamızın başlangıcı olan vadinin içine doğru ilerlemeye başladık. Daha beş dakika ilerlemiştik ki, yukarıdan aşağıya doğru kopan bir fırtınanın havada uçurduğu toz kar taneleri ve bıçak beyazı soğuk duvarı yüzümüzü kesti, vücudumuzu geriye doğru itti. Yakınımızda varsa bazıları bir otomobil kadar büyük kayaların arkasına saklanarak veya bir omzumuzu göstererek fırtınanın kirli gri tadından korunmaya çalıştık. İlerlememiz vadinin ortasını kaplayan fakat yer yer altından eriyen kar sularının görülebildiği buzulun bize müsaade ettiği tarafında, kayaların arasında ağır hareketlerle dönüşler yaparak veya üzerlerinden atlayarak devam etti. Aşağıya doğru akan fırtınanın kesildiği kısa aralıklarda Lhotse’nin karlı güney yamaçları görülebiliyordu.

Bu sabah hava son birkaç günde gözlediğimiz yağan karın veya rüzgarların yüzümüze ve ellerimize getirdiği soğuğu katlayarak hissettiriyor sanki. Vücudum genel olarak üşüyor gibi fakat sol elim bu sabah daha bir farklı gibi. Ağır adımlarla ilerlerken sol elimdeki kan akışını hızlandırmak ve Namche’ye çıkarken hissettiğim o kötü duyguları tekrar tatmamak için iki elimin parmaklarını birbirlerine geçirip hızlı hızlı parmak ve bilek hareketleri yapmaya çalışıyorum. Bu his üşümekten daha farklı bir şey. Hızla ilk yardım derslerinde gördüğüm örnek soğuk yanıkları görüntülerini gözümün önünden uzaklaştırmaya çalışıyorum. Aslında bugüne kadar herhangi bir uzvum soğuktan yanma tecrübesi yaşamadı. O yaşamsal, geri dönülemez kritik anı hiç hissetmedim. Çizginin neresindeyim bilmiyorum. Sinan’ın grubun önünde ağır ağır ilerlediğini görüyorum. O da hafif öne doğru eğilmiş, kendini soğuktan korumak için başını ve omuzlarını öne yıkmış. Az öncesine kadar ara ara yan gözle grubu kontrol ediyordu. Şimdi benim bulunduğum sıraya bakıyor.

Hala bir gayretle sol elimin hissetme seviyesini tahminlemeye çalışıyorum. Kolumu sıkarak hissetme ve güç seviyesini gözlemeye çalışıyorum. Ciddi ciddi gözümün önünden, arabamın direksiyonunu tutamadığım, laptop’ın klavyesini kullanamadığım, benim için her sabah doyumsuz bir ritüel olan, sağ yanı bal kavanozundan dolayı daha ağır basan kahvaltı tepsimi taşıyamadığım anların görüntüleri, o bordoya çalan hissiyatımın gölgesinde gerçek gibi geçiyor. İtiraz ediyorum. Bu sol elim için bir şey yapmalıyım. Ama ne. Hissedemediğimi kendime itiraf edemiyorum.

Sağ elimdeki, Tülin’in Lukla’dan beri bana emanet ettiği, mantar saplı batonu biraz daha sıkmaya çalışıyorum. Batonun parmak girinti ve çıkıntılarını, üst kısmındaki baş parmak desteği dahil her noktasını parmaklarımla ve elimin ayasıyla iyice hissediyorum. Sonra bir kere yürüyüş sırasının bulunduğum yerine doğru yaklaşan Sinan’a bakıyorum, bir de içine decathlondan aldığım siyah orta kalınlıkta polar eldiven ve üzerine windstopper’dan yapılmış kalın kırmızı eldiven giydiğim sol elime.  Duruyorum. Çevreme bakıyorum; acaba benim gibi başka hasar raporuna girecek arızası olan, aşırı üşüyen veya yardım hissiyatıyla çevresini kolaçan eden var mı. Yok. Sinan yaklaşıyor. Beş saniye geçti. En fazla on saniye sonra benim durduğum yere varmış olacak.

Sol elimin parmaklarını diğer elimle hareket ettirmeye çalışırken, el damarlarımda dolaşan kanın kristalleşmeye başladığını düşünmeden edemedim. Oysa ellerimin önce karıncalanması, sonra ise soğuktan sinirlerin acıması, yanması gerekiyordu. Sol elimi tokalaşmak için kullanmamama rağmen, bundan dolayı iş hayatımın etkileneceği duygusu o an beni başka bir şehire götürdü. Okul bursunu ödeyemeceğim korkusu önce şakaklarımda, sonra gözlerimin arkasında bir duygu yoğunluğuna sebep oldu. O an hafızamdaki, sol elimle dokunduğum onlarca obje, beni hemen oracıkta bir karar vermem gerektiğini hatırlattı.

Evet şu an sol elimi hissedemiyordum ve ben everest base camp’a herşeye rağmen gitmeyecektim. Kararım buydu. Sinan yanıma geldi ve ben yola çıkalı henüz on beş dakika olmuş iken, geriye dönme kararı aldığımı söyledim. Sinan kendi yüzünü ve ellerini bana gösterirken, bu sabah şartların biraz daha fazla olumsuz olduğunu ve kendisinin de gerçekten ciddi derecede üşüdüğünü söyledi. Benim bu parkuru yapabileceğimi ifade ederken sakallarının bir kısmının buzlandığını ve dişlerinin arasından sıkıntıyla konuştuğuna şahit oldum. Hayır hayır. Zorlanarak aldığım bu kararım değişmeyecek. On beş saniye içinde, arapça dua anonslarıyla istanbuldan bu coğrafyaya hareket eden air-arabia uçağında başlayan, beş aylık hedefime son verdim ama en doğrusunun bu olduğuna inanarak karar verdim.

O karar anına kadar yalnızca soğukla ilgili birşeyler hissetmemiştim. Ne zaman geriye doğru ilk adımımı attım, işte o zaman kendimi güvende ama öyle yalnız hissettim ki. Bir haftadır gece gündüz dünyanın bakışlarının çevrildiği bu coğrafyada çok şey paylaştığım kader arkadaşlarımı ardımda bırakıyordum. Doğa sporlarında “body” uygulamasının önemini işte o an çok keskin hissettim. Kendime biraz kızdım; daha fazla dayanamadığım için, daha kaliteli bir eldiven almadığım için ve kendimi olduğundan daha başka bir yerde konumlandırdığım için.

5.Yolcu-Yazar Bünyamin ŞAHİN