Gözlerimin içinde, Nepal’den Renkler Sakladım…-Mukaddes Şenkal

Gizemler Diyarı MYANMAR (BURMA)-Pırıl Yay
November 8, 2012
Tanzanya Gezi Notları-Fusun Töret
December 27, 2012
Gizemler Diyarı MYANMAR (BURMA)-Pırıl Yay
November 8, 2012
Tanzanya Gezi Notları-Fusun Töret
December 27, 2012

Gözlerimin içinde, Nepal’den Renkler Sakladım…-Mukaddes Şenkal

4. Yolcudan-Gözlerimin içinde, Nepal’den Renkler Sakladım…

 Seyahat  ben dahil 38 kişilik ilk grubumuzla birlikte Air Arabia Havayollarına ait ve Sharjah aktarmalı uçuşumuz, saat 00.35’de İstanbul’dan başladı.

Toplamda yaklaşık olarak 7,5-8 saatlik bir uçuş süresini takiben Katmandu Tribhuvan havaalanında, ülkeye giriş vizesi almak üzere kuyruk bekleyerek geçen 1 saate varan sürenin ardından, nihayet Katmandu’da bizi karşılamaya gelen arkadaşlar ile buluştuk. Kalacağımız otellere yerleşmek üzere Thamel bölgesine doğru yola çıkmadan önce, saatimi Türkiye saatine göre 3 saat, 45 dakika ileri aldım.

Sinan’ın yada nam-ı diğer Hancı’nın, İstanbul’dan 2011 yılı kasım ayında başlayan Asya yollarındaki büyük yolculuğunun Nepal’de bulunduğu dönemine denk getirdiği, bizim gezimiz kapsamında, onunla  Katmandu’da tekrardan buluştuğuma mutluyum. Hancı’nın, Asya yolculuğuna başladığından bu yana ara ara gönderdiği e-postalar aracılığı ile uzaktan da olsa, onun yolculuğuna kendimi dahil ettiğimi hissettiğim ve onun anlattıklarını hayalimde resimlediğim ülkelerden sonra, 10 günlük süre için kanlı canlı ve içinde benim de dahil olduğum bu maceraya, onun büyük yolculuğunun bir kısmında dahil olabildiğim için çok da heyecanlıyım.

Katmandu’nun çarpık kentleşmesi, karmakarışık araç ve yaya trafiği, kaldırımsız daracık yollarının tozu toprağı ile karşılaştığımda bir anda  “Tanrım ne arıyorum ben burada?”duygusunun hızla beynimden geçmesine engel olamadım. İstanbul’un korkunç trafiğinden ve kaosundan kaçarken, huzur dolu sakin dingin bir ülkeye geldiğimi düşünürken, başka türlü bir karmaşanın ve devinimin içinde kendimi bulmak, kaderin bir cilvesi olsa gerek.

 

İlk gün 1 gece için kalacağımız Thamel bölgesindeki otelimize grubun bir kısmı ile yerleşiyoruz. Ben yanımda eşimle yolculuk ediyorum ve diğer grup arkadaşlarımın çoğunu da yakından tanıyorum. Bu avantajlı bir durum. Oldukça kalabalık olan ve kısa süre sonra sayısı daha da artacak bir grupla kimseyle tanışmıyor olarak seyahat etmek, çok zor olabilirdi.

 

Katmandu; olanca karmaşasına, araçlarda sinyal vermek yerine, sürekli çalan korna seslerine, rikşaların ve motosikletlilerin her an her yerden çıkma ihtimallerine karşın, bir süre sonra alışıp, sıcak ve sempatik bulduğum bir şehir oldu. Çünkü burada şehrin dokusunu ve hızlı atan nabzını her daim hissedebiliyorsunuz. Benim yaşadığım İstanbul şehrinden de alışık olduğum bu sürekli devinim halindeki şehir, bana İstanbul’un çok sevdiğim Tarihi Yarımadasında yer alan Eminönü, Tahtakale, Kapalıçarşı ve Beyazıt gibi vakit buldukça sıkça gitmekten hoşlandığım bölgelerinin rengarenk, cıvıltılı, uğultulu hallerini hatırlattı. Burası da en doğalından insan manzaralarıyla karşılaştığım, tadını ve dokusunu  kendi şehrimle bağdaştırdığım yönleriyle, bana çok tanıdık geldi. Thamel bölgesinde yer alan spor ve gündelik giyim ihtiyaçlarına yönelik ya da bolca hediyelik eşya satan rengarenk görüntüleri ile gözünüze ve gönlünüze hitap eden, nazik ve güleryüzlü satıcıları ile gönlünüzce pazarlık edebileceğiniz dükkanlar, alış-veriş etme keyfinizi olabildiğince arttırıyor. Gündüzünün olanca karmaşasına ve hareketine karşın, cadde ve sokaklarında aydınlatma direkleri olmayan, birer ikişer kapanan dükkanlarıyla akşamın erken saatlerinde ıssızlaşan ve gecenin ilk  saatlerinde iyice kararan şehir, elektrik kesintilerine jeneratörlerle çözüm bulan otellerin ve bazı restoranların dışında, erkenden uykuya çekiliyor. Önceki deviniminden ve  koşturmacasından eser kalmıyor.

Ertesi gün Hindistan sınırındaki Chitwan bölgesine gitmek üzere yola çıktığımızda, yol boyunca, yolun hemen kıyısındaki barakadan evlerinin önlerinde topraktan yapılmış odun ocakları yanan, gündelik yaşamları içinde çocukları, keçileri, tavukları, ördekleri ve köpekleriyle yaşamlarını paylaştıkları küçücük alanlarında, bedenlerini güneşe vererek vakit geçiren insanları ve sağ tarafımda yol boyunca akıp giden nehri ve yukarılardan aşağılara set, set inen yamaçlara yapılmış tarım alanlarını seyrederek, oraya göre otoban! Olan yolun izin verdiği 40km’lik hızla  devam eden yolculuğum, kısa molaların ardından Chitwan’daki konaklama yerimize 6 saat gibi bir sürede ulaşmamızla son buluyordu.

 

Chitwan bambaşka, hiç tanımadığım bir dünyanın kapılarını açıyor bana. 1984 yılında UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine aldırmış olduğu  ulusal park ilan edilmiş alanın da içinde yer aldığı Chitwan bölgesi, oldukça turistik bir yer ve çok çeşitli milletlerden sürekli ziyaretçi alıyor. Bölge; içinde  bir çok aktiviteyi gerçekleştirebileceğiniz, vahşi yaşamın devam etmekte olduğu ormanları ve nehirleriyle bir cazibe merkezi konumunda. Chitwan’da Katmandu’daki hızlı temponun, karmaşanın, çarpık yapılaşmanın yerine, çok daha huzurlu ve dingin bir yaşamın garantisini veren tatilköyü havasındaki geniş ve açık alanlarıyla ormanların ve nehirlerin eşlik ettiği doğal manzaralarıyla bir çok tesis yer alıyor. Bizim konakladığımız yer de; vahşi yaşamın devam ettiği alabildiğine uçsuz bucaksız bir ormanın karşısında ve Rapti Nehrine kıyısı olan bir konumdaydı. Bölgede; Ulusal Park Görevlilerinin uyguladıkları progam ve aktiviteler çerçevesinde 3 güzel gün geçirdik.

 

İlk gün; köydeki evlere ve köylülerin gündelik yaşamlarına yakından bakma şansı buldum. Bambudan yapılma ve çamur sıvalı evlerinde yerli halkın, çocukları ve çeşitli evcil hayvanlarıyla sürdürdükleri olabildiğince doğal yaşamlarında onlarla tanışmaktan ve vakit geçirmekten çok keyif aldım.

 

İkinci gün; fillerle ormanda safari yaparken, benekli geyikler, ceylanlar, ağaç tepelerinde maymunlar ve çeşit çeşit kuşların yanında, bu bölgeye özgü boynuzlu gergedanlarla da karşılaştık. Anne gergedan ve yanında minicik yavrusunu görmek çok güzel bir süpriz oldu. Fillerle safariden sonra Rapti nehri içinde fillerin üzerine çıkarak onlarla birlikte fil banyosu yaptık. İki kez tekrarladığım, filin hortumu ile nehirden alıp üzerime fışkırttığı bu bol çamurlu ve yosunlu su ile sırıl sıklam ıslanmak oldukça keyifliydi. Bence denemeyenler üzülsünler.

 

Üçüncü gün; sabah erkenden kanolar ile, dev boyutlu timsahların öğlen saatlerinde  içinde yüzdükleri ve avlandıkları nehire açılıp, adrenalin seviyemizi oldukça yükselten bir gezi yaptık. Neyse ki! Çok  üşüdüklerinden henüz girmek istemedikleri nehir kıyısında devam etmekte olan uykularında yakaladığımız timsahların nehrinden, onlara iyi birer sabah kahvaltısı olmadan hasarsız! geçmeyi başardık. Ürküntü içinde geçen kano gezisinin ardından, bu kez fil yetimhanesini ziyaret edip, 2 ve 3 aylık yetim kalmış yavru filler ile tanıştık. Onların sert kıllı başını okşayıp, avuçlarımın içinden muz parçacıklarını hortumları ile alıp, ağızlarına götürmelerini keyifle seyrettim. Ormanlık alanda yerel rehberler eşliğinde yürüyerek yaptığımız bir saatlik Jungle yürüyüşü süresince, bölgedeki ağaçları ve bitki örtüsünü daha yakından tanıma fırsatı bulduk ve doğal göletlerinin karşı kıyılarında güneşlenen timsahlara, bulunduğumuz en uzak noktadan! sevgi gösterilerinde bulunduk.

 

Akşamları kaldığımız otelin bahçesinde arkadaşlar ile, şiirli-şarkılı  masa başı sohbetleri yaptık, ev yapımı pirinç rakısı tatma girişimlerinde bulunduk. Beğenmedik ve yanlarında Türk Rakısı getirmiş bazı arkadaşların kadehlerine göz koyduk.  Bol bol neşeli fotoğraflar çektik.

 

Eh! Sayılı gün çabuk geçti ve tekrar Katmandu’ya geri dönmek üzere yollara düştük. İstanbul’dan gelen ikinci grup arkadaşlar ile sayımız 58’e ulaştı ve biz iyice kalabalıklaşan grubumuzla Katmandu’nun Durbar meydanında ancak akşam üzeri saatlerinde olabildik. Durbar (saraylar) meydanı, Katmandu’nun 12 ve 18.yüzyıllar arasında eski Nepal kralları tarafından inşa ettirilmiş saraylar, tapınaklar, mabetler ve avlularla dolu bir yer. Nepal halkının gündelik yaşamı bu meydandaki sokaklar arasında halen devam etmekte. Durbar Meydanı; Satıcılar, dilenciler, parlak sarı kıyafetli uzun saç ve sakallara sahip Sadu’lar,  yerel halk ve turistler ile çok renkli ve hareketli bir meydan. Bu meydanda, nadir de olsa yaşadığı evin penceresinde kısa bir süreliğine görünebilen Nepallilerin “Yaşayan Tanrıça” dedikleri Kumari’yi de gördük. Ama her taraftan yapılan “Fotoğraf çekmek yasak!” uyarılarıyla  fotoğraflayamadık.

 

Durbar meydanındaki ihtişamlı yapılar topluluğunu görünce, Katmandu şehrinin; böylesine güzel eski yerleşim alanının yanında, son derece kötü ve çarpık yapılaşmaya kurban edilmesine daha çok üzüntü duydum. Dünya ülkelerinde maddiyata olan ilgi ve konfor ihtiyacı  arttıkça, haksız paylaşımlar yüzünden,  insanların çoğunluğu, daha zevksiz ve insana yakışmayacak ortamlarda yaşamaya mahkum mu ediliyorlar yoksa?

Ertesi gün, Pokhara şehrine gitmek üzere Katmandu’dan ikinci kez ayrılmadan önce, şehrin yüksek tepelerine kurulmuş, Swayambunath tapınağını ziyaret ettik. Tapınak İ.Ö. 460 yıllarında yapılmış Budist tapınağı. Dua çarkları devasa büyüklükteki tapınak, altın yaldızlı bilgeliğin 13 mertebesini anlatan kulesi, Nirvana’yı temsil eden tepedeki şemsiye, küp şeklindeki bölümün dört tarafında, her yeri gözleyen Buda’nın gözleri ve soru işareti şeklindeki “tek” olduğunu anlatan burnu ile çok ihtişamlı bir yapı. Bu tapınağın her tarafında çok sayıda bulunan maymunlardan dolayı tapınak, Maymunlar Tapınağı olarak da biliniyor. Sıra sıra Dua çarklarını çevirip, İrili ufaklı maymunlara yiyecekler verdik.

 

Tekrar yola koyulduk. Bu defa Nepal’in Himalaya Sıradağları  içerisinde yer alan Annapurna, Dhaulagiri, ve Machhapuchare dağlarının çevrelediği ve birbirine küçük ırmaklarla bağlı göllerden oluşan, doyumsuz manzaralı “Pokhara” şehrine gitmek üzere yollardayız. Bir gün önce Chitwan’dan dönerken kullandığımız  paralı otoyoldan! tekrar geri istikamette ve kıvrım kıvrım virajlarla ilerleyip, bir ayırım noktasından Pokhara yönüne döndük.

Yol; geliş ve gidiş olmak üzere 2 şeritten oluşuyor. Araç sürücüleri bu yollarda gide-gele öylesine alışmışlar ki, her sağlama hareketlerinde, (trafik soldan akıyor çünkü) karşıdan gelen araçla burun buruna kalıp yüreğimiz ağzımıza gelmişken, onlar oldukça sakin görünüyorlar ve karşı sürücünün frene basıp yol vermesiyle önlerindeki aracı geçip, yollarına devam ediyorlar. Neyse ki yol  koşulları pek elvermediğinden  yavaş seyrediyorduk. Akşam karanığı çöktükten sonra ulaştığımız Pokara’daki otellerimize yerleşip, şehri görmek için ertesi günü bekledik.

İlk gün; Phwegölü üzerindeki küçük adacığa, göl üzerinde kürekle çekilen sandallar ile ulaştık. Adacıkta yer alan Barahitapınağı, Hindular için önemli bir ziyaret merkezi. Öğleden sonra, bir kısmımız araçlar ile bazılarımız ise 1 saatlik yürüyüş ile ulaştığımız Dünya Barış Pagodasınınbulunduğu tepeye çıkıp, şehri tepeden seyrettim ve pagodanın merdivenlerinde oturup, buradan Dünya barışı için iyi dileklerimi gönderdim. Aşağı indiğimizde DeviŞelalelerinin hem açıktan akan, hemde bir mağara içinden dökülen görüntülerini izledik.

 

Yarın, önemli bir gün olacaktı. Sabah daha güneş uyanmadan Sarangot tepelerinde  olup, Himalaya Dağlarının 3 ihtişamlı tepesini güneşin doğuşu eşliğinde izleyecektik. Öğleden sonra ise Pokhara şehrini bizler için daha da anlamlı hale getiren, Nepal usulü bir  düğün töreni ile evlenecek olan iki arkadaşımızın, enteresan düğün törenlerine tanık olacaktık.

İkinci gün; Sabah karanlıkta araçlarımızla yarım saatlik bir yolculukla Sarangot tepelerinden gün doğumunu ve dağları izleyeceğimiz alana ulaştık. Karşıdaki ihtişamlı dağların karlı yamaçlarının, güneş ışınlarının vurması ile  belirginleşip, mor renginden sarının tonlarına geçişler yapmasını,  görüntü  biraz puslu olsada büyük bir zevkle izledim.

Düğün töreni için hepimiz öğleden sonra saat 15.00’de otelimizin bahçesinde rengarenk, yerel kıyafetlerimiz ile hazırdık. Çoğu kişi düğün için sariler ve yerel kıyafetler almışlar ve giyinmişlerdi. Otelin bahçesinde yerel çalgıcı ve dansçıların  gösterileri eşliğinde başlayan eğlence, yürüyerek oluşturduğumuz düğün konvoyunun tüm yolu boyunca devam etti. Kısa süre sonra göl kenarındaki tapınağa ulaşmamızla Tören  başladı.

 

Çiçeklerle süslü açıktaki tören alanında, yerel düğün kıyafetleri içindeki gelin-damat ve konuklar, çok renkli ve hoş bir tablo oluşturuyorlardı. Uzunca süren fakat çok ilginç olan böyle bir törenle evlenen arkadaşlarımızın bu düğünü, ertesi gün yerel gazetelerde manşet oluyordu. Türklerin Nepal’de yerel düğün yapması çok ilgi çekti.

 

Pokhara şehri; sakin, huzurlu, dingin ortamı, sularında dağlarının gölgesi yansıyan Phwe gölü,   ihtişamlı dağları ve tertemiz dağ havasıyla gönlümüzü fethediyor ve çoğumuz tekrar gelmek istiyoruz.

Üçüncü gün; Sabah erkenden Pokhara şehrinden bir gece için konaklayacağımız Katmandu yakınlarındaki Nagarkot köyüne ulaşmak üzere yola çıktık. Bugün aynı zamanda Nepal’de yılda bir kez Mart-Nisan ayları içinde kutlanılan “Holi Festivali” nin yapılacağı gün. Yolumuzun üzerinde olan Bakhtapur bölgesinde bizler de bu festivale katılacağız.

“Holi Festivali” Katmandu’nun en renkli ve en eğlenceli festivallerinden birisiymiş. Mart–nisan ayları arasına denk gelen ilk dolunay zamanı kutlanan bu festivalde, tüm şehir halkı birbirine şans ve iyilik getirdiğine inandıkları renkli tozlardan ve su balonlarından fırlatırlarmış. Festival, iyiliğin, güzelliğin ve barışın tüm kötülüklere karşı zaferini simgeliyor.

 Aracımızdan Bakhtapur meydanına gideceğimiz yolun yakınında indik. Üstlerimize Sinan’ın daha evvel yaptığı “festivalde boya ve su atılacağı” uyarısı ile uygun kıyafetler giymiş, yüzlerimize de araç içinde festivale katılacağımızı işaret eden renkli boyalardan sürmüştük. Ellerimizdeki pet su şişelerine renkli boyalardan hazırladığımız boyalı sular ve ayrıca renk renk toz boyalar ile artık, Holi Festivali için hazırdık. Bakhtapur meydanına doğru gitmek üzere kuzey kapısından giriş yaptık. Başlarda sakin görünen sokaklar, bizim grubumuza katılan Nepal’li gençlerin coşkulu kutlamaları ve bizlerin de onlara aynı coşkuyla karşılık vermemizle bir anda sessizliğinden sıyrılıp, cıvıl cıvıl rengarenk bir şenlik ortamına dönüştü. Şarkılarla, danslarla sokak sokak gezip, her sokaktan ayrı bir renk kattık tenimize. Katman katman renk renk boyandıkça daha bir onlardan olduk sanki. Rengarenk yüzlerimizle, benek benek boyalı ve  atılan sular ile ıslanan giysilerimizle, 17.yüzyıldan kalma zarif ahşap oygulu pencere kafesleri ve kırmızı tuğla örgülü cepheleriyle, güzelim binalarının doyumsuz güzelliğinde, Bakhtapur’un sokaklarını adım adım dolaştık. Holi festivalini tüm coşkumuzla kutladık. Nepallileri mutlu ettik, bizde çok mutlu olduk. Ertesi gün Nepal gazetelerinde tekrar manşetteydik. Gazetede  “ Çılgın Türkler Festivalde”  “Türk –Nepal dostluğu” başlıkları atılmıştı.

 

Festivalden sonra;  rengarenk tenlerimiz , papağan gibi boyalı saçlarımız ve boyalı, ıslak giysilerimizle akşama doğru Nagarkot’da konaklayacağımız otele ulaştık. Hava kararmak üzere olduğundan etrafı ve Himalaya Dağlarının arasından Everest’i görebilmeyi umut ederek gün doğumunu bekledik.

Sabah Himalaya Dağlarının muhteşem görüntüsünü güneşin doğuşu eşliğinde seyredip, kahvaltıdan sonra Nagarkot’dan tekrar Katmandu’ya gitmek üzere ayrıldık.

Katmandu’ya geldiğimizde Bagmati nehri kıyısındaki  Paşupatinattapınağını ziyaret etmek üzere yola devam ettik. Hindu’ların ölü yakma törenlerini gerçekleştirdikleri bu tapınağa vardığımızda, yanmakta olan ölülerin alevlerinin sarsıcı görüntüsü, “Bedenin  yanarak, ruhun özgürlüğüne kavuşacağına”inanan Hindu’ların, ölülerinin yakılma anını büyük bir sükunet içinde karşılıyor olmaları ile tezat oluşturuyordu. Tapınak; insanların  sessiz  kabullenişlerinin  ve  sükutlarının  dayanma noktası gibiydi.

Paşupatinat  tapınağından bu defa Budistler için büyük önem taşıyan Boudhanath Tapınağına gitmek   üzere ayrıldık.

 

Dünyadaki en büyük ve en önemli Budist tapınaklarından biri olan Boudhanath Tapınağı 40 metrelik yüksekliğiyle Katmandu’da yer alan en büyük Budist anıt olma özelliğini taşıyor. 500 yıllık bir geçmişe sahip Boudhanath Tapınağı, şehirde gerçekleşen Budist etkinliklerinin de çekim noktası oluyormuş. Her şubat ayında gerçekleştirilen Tibet Yeni Yılı ya da Lhosar Festivali gibi etkinlikler Boudhanath Tapınağı önünde coşkulu bir biçimde kutlanmaktaymış.

Her yanı ibadeti simgeleyen Dua bayraklarıyla süslü olan ve 4 yanında mavi, beyaz ve kırmızı renklerden oluşan Buda’nın gözlerinin resmedildiği anıt, birçok Budizm dua çemberi ve küçük kutsal Buda resimleriyle dekore edilmiş. Tapınağın devasa gövdesince sıralanmış büyük Dua silindirlerini çevirerek dolaştım. Rüzgarla salınan, rengarenk Dua bayraklarının altında, sözcüklerin tüm evrene ulaşması, huzuru ve barışı tüm dünyaya yayması için ben de bütün gücümle dilekte bulundum.

 

Katmandu’da kaldığımız otellere tekrar geri dönerek, Thamel Cadde ve sokaklarında hızlıca yaptığım son alışverişler ile sayısı artan eşyalarımızı valizlere yerleştirmeye çalışıyorum. Sabah kahvaltının ardından, Katmandu’dan – İstanbul’a dönüş için havaalanında olacağız.

Akşam yemeğinde, İstanbul’dan yeni gelen  “Everest Base camp”a gidecek son grup arkadaşlarımızla birlikte, Nepal yemek ve danslarının sunulacağı bir restoranda toplandık. Yerel yemekler ve Pirinç rakısı eşliğindeki yemeğimizde, yerel müzik aletleri ile çalınan ezgiler eşliğinde dans eden sanatçıların canlı performanslarını izledik. Erken saatte “Everest Base camp”a gidecek olan 14 arkadaşımızı ve Sinan’ı uğurladıktan sonra, gece çok geç olmadan, dönüş için son hazırlıklarımızı yapmak üzere otellerimizdeydik.

Sabah geç bir kahvaltının ardından, öğlen saatindeki İstanbul uçuşumuz için Nepal’e Katmandu Tribhuvan Havaalanından veda ederek, Sabiha Gökçen Havaalanda tekrar, İstanbul’a merhaba! dedim.

Nepalbenim belleğimde hep sımsıcak ve canlı renklerin ülkesi olarak kalacak. 8.000’lik dağlarının ihtişamıyla tezat oluşturan, son derece mütevazi ve alçakgönüllü, tüm yüzleri iki kocaman gözden ibaretmişçesine, içten dolu dolu gülümseyen insan yüzleri olarak kalacak hatırımda. Nepalli çocukların al yanaklı sevimli yüzlerini, Nepal insanlarının saygılı, genelde sessiz, dingin huzurlu hallerini ve insanlardan korkmayan köpeklerini, keçilerini hep hatırlayacağım.

Vahşi yaşamlarının ortasında gözlemleme fırsatı bulduğum, Maymunlar, Kartallar, Timsahlar, Geyikler ve minik yavrusu ile anne Gergedanı, fil yetimhanesinde yavru fillerin başını okşadığımı, ellerimle beslediğimi unutmam mümkün değil. Fillerin üzerlerine çıkıp, onların hortumlarıyla fışkırttıkları su ile aldığım duşu! Hiç unutmayacağım.

İnsanlığın saf ve bozulmamış halinin bu ülkenin her tarafında hissediliyor olması, aslında onların maddi olarak ne kadar az şeye sahip olsalar da manevi olarak herkesten daha zengin olduklarının bir ifadesi bana göre. Kanımca fazla maddiyat ve konfor, insana hırs ve daha ötesinde mutsuzluk veriyor. Devasa ibadethanelerinin ruhlarına verdiği huzurla zenginleşen bu insanlar, küçücük kulübelerinde, basit ve konforsuz yaşantılarında, olabildiğince zengin görünüyorlar gözüme.

“Om Mani Padme Hum”dizelerinin sürekli tekrarlandığı, rengârenk Dua bayraklarının rüzgârda salınarak, tüm evrene üzerlerindeki dua sözcüklerinin yayılarak, huzur ve mutluluk getirmesinin arzulandığı bu topraklardan ayrılırken,  Dua bayraklarının gücünün sınırları aşıp, benim ülkeme kadar da ulaşmasını, unuttuğumuz hoşgörüyü, huzuru, barışı ve güveni insanlarımızın belleklerine geri kazandırmasını diledim.

 

 

Mart 2012  İstanbul

Mukaddes Uçar Şenkal